18 Mayıs 2014 Pazar

Biraz Kahve, Biraz Kitap, Biraz Yalnızlık...


Türk kahvesini çok severim ben. Kahvenin o sert ama huzur veren kokusu biraz olsun hayatın acı gerçeklerinden uzaklaşmamı sağlar...

Kahve içerken kitap okumayı daha çok severim. Kendime ayırdığım bir parça zaman diliminde biraz da olsa hayal dünyama kaçıp saklanmak zevk verir bana. Kahve ortağım olur kitabın yarattığı rüyalara...

Bazı kitaplar ağlatır beni, bazılarıysa gülümsetir. Bazı karakterlere öfkelenir, kızarım; bazı karakterlere bir ana içgüdüsüyle şefkatle yaklaşırım. Her karakter bende farklı bir etki, farklı bir izlenim bırakır. Bir yudum kahvemden alırım, bir yudum romanımdan... Ben roman olurum, kahvem roman... O an ne ben, ne romandaki olay, ne de kahve ayrılır bir birinden. Bir bütünün üç değişik parçası gibi oluruz... Hele bir de okuduğum kitaptaki olay beni iyice içine içine alır da kurgusuyla diyar diyar sürüklerse... İşte o zaman ben gerçekten de hayal dünyamda gerçek yaşamdan kopmuşçasına kendime zaman ayırdığımın ayrımına varırım.

Kahvemi yapıp, elime Fırtına Kokusu'nu da alıp pencere karşısına geçtim bugün. Kendime biraz zaman ayırmaktı amacım. Günlerdir tv karşısında can yakıcı haberleri izleyerek geçirdiğim zamanla, yaşamın acımasızlığına ettiğim lanetlerle elimden hiçbir şey gelmiyor oluşunun çaresizliğiyle biraz da olsa gerçek dünyadan kopup gitmek istedim bugün... İçim kan ağlıyordu... İnsanlar kan ağlıyordu ve berbat hayat devam ediyordu. 

Kitabı okurken Collin'le Jody'e ağladım... Hayatlarının bir ölüm ve bir kayıp olmadan belki de daha farklı olacağını düşünüp, hayal dünyama yolculuk ederken biraz daha ağladım. Düşündükçe kendi kurduğum senaryoya kendimi kandırdım... Kitabın sonunu kendi hayal dünyamda yarattım. Yarattığım o sona ulaşmak için de kitabı daha da hızlı okudum.

Koca bir ailenin paramparça oluşuna ağladım. Harika bir adamın bir anda vardan yoka gidişine ağladım... 
Çok ağladım ben bu kitapta...
Cinayetlere mi ağladım, kayıplara mı ağladım... Bende yarattığı etki çok derinleşti kitabın sonlarına doğru.

Bir çocuğun bulutları severken, bulutlardan korkmaya başlaması... Harika bir amcanın korkunç bulutları öldürmesi, iyi bulutlara da bereket getiriyor diye izin vermesine şahit oldum.

Bir kadının bastıramadığı dürtülerle hareket ederken başkalarının hayatını yok saymasını görüp lanetler okudum. O kadar ki kahveyi çok seven ben, kahvemi soğutup, içemedim...

Bitirdim kitabı bir solukta. Bir solukta bitirilmeyi hak ediyordu çünkü bu kitap. Geçmişin bir hayaletmişçesine bugünü lanetlemesine şahit oldum kitapta. Minnacık çocukların üzücü bir cinayetin ardından nasıl korkuyla, nasıl çaresizlikle yetiştirildiğini okudum kitapta. 

Hiç suçsuz bir çocuğun sırf ailesinden biri suç işlemiş diye lanetlenmesini ve bir kurbanın çocuğunun her yerde şahit olduğu acımayı okudum bu kitapta. İçim yandı bu iki çocuğa...

Nancy Pickard'ın yavaş ilerleyen ama yaptığı tanımlamalarla insanı olayın içine sürükleyen bir anlatım tarzı var. Yazar her duyguyu o kadar iyi kelimelere döküyor ki insan bire bir canlı yaşamışçasına etkileniyor kitapta anlatılanlardan. The Newyork Times'ın da dediği gibi yazar öykü anlatımında doğuştan yetenekli.

Kitapta etkilendiğim noktaları yazarak bugünlük veda edeceğim. Ayrıca kitabı okumanızı da tavsiye ederim. Bence siz de kendinize biraz zaman ayırmayı hak ediyorsunuz.

"Geçmiş, bugünun güvenilmezliğini ispatladığı için, mutluluk Jody Linder'ı endişelendirirdi. Güvende olduğunu hissetmek Jody'nin nelerin gizlenmiş olabileceğini düşünerek her köşeyi kontrol etmesine, çöp bidonlarının kapaklarını açmasına, duş perdelerini aralamasına neden olurdu, çünkü asla bilemezdiniz. Bir katil köşede gizlenebilir, böcekler çöp bidonunda pusuya yatabilir, örümcekler kuvetten fırlayabilirdi.

Mutluluk kırılgan, değerli ve şüphe edilecek bir şeydi."

"Kayalar benzersizdi ve o civarda yaşayan çoğu kişinin yuvası gibiydi. Bir süre Rose'dan ayrı kalanlar geri dönerken Kayaları gödükleri anda evlerine geldiklerini anlarlardı."

"Manzara, sonu hüzünlü bir masalın dekoru gibi yeni ve büyülüydü. Kendini hep bir prenses olarak görmüş, kendi kasabası için fazla özel, fazla güzel bulmuştu. Hugh-Jay zengin prensi oynamış, Rose'daki büyük ev de kalın taş duvarların içinde sonsuza dek mutlu yaşayacakları, üçünün de emniyette kalmasını sağlayacak kaleleri olmuştu.

Tepesindeki kayalar herhangi bir giyside harika duraak pastel renklerle yıkanıyordu sanki.

Dünyadaki bu güzelliği daha önce hiç fark etmemişti.

Eğer kollarını kıpırdatabilseydi, batıdan doğuya hızla ilerleyen bulutların altından çıkarn kehribar rengi ay ile göz kırpan yıldızlara uzanabilir, onlara dokunabilirdi."

Kitabın Adı: Fırtına Kokusu
Kitabın Yazarı: Nancy Pickard
Yayınevi: Ephesus Yayınevi



Hiç yorum yok :